Kudüs'ü İnsanlığa Girişte

Bir Pusula Gibi Gördük

Hassas Konular

Okulumuz değerler eğitimi kulübü tarafından hanzala ile ilgili yapılan yeni yorum.

  • 3 Semavi Dinin Kutsalı

    "İnsan hakları ve Filistin: Adaletin yitirildiği topraklar” Filistin de yer aldığı bugün Orta Doğu diye adlandırılan Yakın Doğu insanlık tarihi boyunca dünyanın en stratejik noktalarından biri olmuştur. Filistin toprakları üç semavi dinin ortaya çıktığı bölgedir; Bu üç semavi dinin kutsal saydığı Kudüs şehrini de bünyesinde barındırması nedeniyle tarih boyunca çeşitli dini savaşların merkezi olmuştur. Artan eylemleri nedeniyle aktüalitesini devamı koruyan ve gün geçtikçe de büyümeye devam eden İsrail’in faaliyetlerini anlamaya tarihin tanıklığıyla ihtiyacımız var. Ortadoğu`da dünyanın gözleri önünde yetmiş altı yıldır insan haklarının tüm ilkeleri çiğnenerek büyük bir trajedi yaşanmaktadır.

  • İsrail'in İnsan Hakkı İhlalleri

    İsrail’in kuvvet kullanarak ele geçirdiği ve uluslararası hukuka aykırı olarak ilhak ettiği topraklardaki Kudüs ve Golan Tepeleri, yine kuvvet kullanarak ele geçirdiği ve halen de elinde tuttuğu işgal altındaki topraklardaki, özellikle Gazze ve Batı Şeria’daki, insan hakları ihlalleri. Uluslararası sularda orantısız güç kullanarak Mavi Marmara olaylarında ve İsrail topraklarında yaşayan kendi vatandaşlarına özellikle Sefaradlar’a, Ortodoks Hasidik Yahudilere ve Siyahî Yahudilere, yani Falaşalara yönelik insan hakları ihlalleridir.

  • Kendi Kaderini Tayin Hakkı

    Kendi kaderini tayin hakkı, bugün uluslararası hukukta kabul edilen önemli bir insan hakkıdır. Filistinlilere bu hakkı teslim edilse, bugün birçok sorun da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. BM'nin hazırladığı en önemli insan hakları sözleşmeleri olan 1966 BM İkiz Sözleşmelerinin her ikisinin de 1. maddesinde kendi kaderini tayin hakkı yer almıştır. Kendi kaderini tayin etme hakkı, bugün İsrail'in dahi kabul etmek zorunda kaldığı, bütün dünya tarafından da kabul edilen ve aynı zamanda uluslararası belgelerin hepsinde de yer alan bir husustur. Kendi kaderini tayin hakkının engellenmesi durumunda uluslararası hukuk halklara direnme hakkı tanımaktadır. Meşru müdafaa hakkını kullananlara karşı işleyen bir devlet konumuna getirmektedir ki, İsrail, barışçıl direnişe karşı bile kuvvet kullanarak karşılık vermesi itibariyle saldırı suçunu işleyen bir devlet durumunda olmaktadır. İsrail'in insan hakları ihlalleri bugün teknik olarak söylemek gerekirse, Jus Cogens kuralı haline gelmiş uluslararası suçlardır. Nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek, hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme ırk ayrımcılığı (apartheid) suçudur.

  • Filistin Sorunu Dünya'nın En Büyük İnsan Hakkı İhlalidir

    Kudüs’ün statüsü (Corpus Separadum) 1947 BM paylaşım planı’ndan günümüze kadar devam eden bir sorun olarak geldi. Nitekim BM planına göre Kudüs hiçbir tarafa ait olmayacak ve uluslararası bir statüye kavuşturulacaktı. Ancak İsrail bunu kabul etmeyerek savaş sırasında Batı Kudüs’ü işgal etti, bunun üzerine Ürdün devleti bugünkü tarihi yerler ile Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. 1949 yılında Arap devletleri ile İsrail arasında akdedilen ateşkes anlaşmaları sonucunda de facto (fiili) olarak Batı Kudüs İsrail’de, Doğu Kudüs de Ürdün’de kalmıştı. Ateşkes hattı’na (Green Line) göre Kudüs ortadan ikiye bölünmekte, Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu Harem-i Şerif ve diğer bazı tarihi yerler (Old City) Doğu Kudüs tarafında kalmaktaydı. Bu durum 1967’ye kadar böyle sürdü. 1967 yılına gelindiğinde, İsrail ile Arap devletleri arasında cereyan eden meşhur 6 gün savaşı neticesinde Doğu Kudüs de İsrail tarafından işgal edildi.

  • Batı Şeria Duvarı ve Beit Sourik Davası

    İsrail’in Batı Şeria duvar inşasıyla, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile garantilenen hakları çiğnediği belirtilmektedir. Çünkü bu duvar ile Filistinlilerin serbest dolaşım hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşma hakkı engellenmektedir. Bu beyanname her ne kadar hukuki bağlayıcılığa sahip olmayan bir bildiri olarak kalmış olsa da birçok hükmü uluslararası teamülü hukuk haline gelmiştir. Birçok devlet bildiriyi anayasasına geçirmiştir. Yine bildirinin maddeleri iki ya da çok taraflı antlaşmalara geçirilmiştir. İsrail BM üyesi bir devlet olmasına rağmen bu haklara riayet etmemektedir. İsraillilerin gaspıyla topraklarını kaybeden köylüler, durumu İsrail Yüksek Mahkemesine götürünce "Beit Sourik" davası ortaya çıkmıştır. İsrail sivil toplum örgütü "Barış ve Güvenlik Konseyi" de davacılara katılmış ve yerel sakinlerin zararlarını azaltacak, Yeşil Hat'a yakın alternatif bir rota oluşturulması için mahkemeye önergede bulunmuşlardır. Davacılar, gaspların İsrail idare hukukuna ve uluslararası kamu hukukuna göre illegal olduğunu iddia etmişlerdir. Bu çitin, yerel sakinlerin temel haklarını ihlal ettiğini ve bunun sonucu yaşananların çok şiddetli ve katlanılmaz olduğunu belirtmişlerdir. 30 Haziran 2004’te İsrail kararını vermiştir. 3 yargıç, dava dilekçesinde yer alan 30-40 kilometrelik duvarın yönünün illegal olduğuna ve hükümet tarafından bu yönün değiştirilmesi gerektiğine hükmetmiştir. İsrail, 1967’de yaşanan Arap-İsrail savaşı’nda Sina, Golan ve Ürdün Vadisi’ni de içine alacak şekilde büyük bir toprak parçasını işgal ederek burada yoğun bir yerleşim kurma faaliyetine girişmiş, böylelikle de bölgedeki yerleşim birimi ve yerleşimci sayısı hızlı bir şekilde artmıştır. İsrail’in bölgedeki varlığı zaten “işgal ve/veya ilhak yoluyla bir topluluğun veya devletin başka bir devlete ait toprağı elde edemeyeceğine” yönelik uluslararası hukuk teamüllerinin ihlali iken üstüne bir de Yahudi yerleşimcilerinin sayısının arttırılması, bu ihlalin ileri boyutlara taşınması anlamına gelmektedir. BM Genel Kurulu tarafından alınan 1974 tarihli saldırının tanımı kararı gereğince, uluslararası hukuka göre, kuvvet kullanma yasağının ihlali teşkil etmektedir. BM’nin de İsrail kaynaklı ablukanın uluslararası hukuka aykırı olarak konulduğu yönde kararları bulunmaktadır. Bir tek BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı karar alabilmesi fakat bu da veto yetkisinin kullanılmamasına bağlıdır. Bu konjonktürde, muhtemel ABD vetosu nedeniyle, mümkün görünmemektedir. Gazze’ye yönelik abluka uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi, abluka şartları da ayrıca uluslararası hukuka aykırıdır. Bazıları tarafından, makul kısıtlamalar sayılan kısıtlamalar da uluslararası hukuka aykırıdır. Örneğin ilaç vs. girişine, bundan savaşçılar da yararlanacak diye izin verilmemesi veya kısıtlı izin verilmesi, kendisi hukuka aykırı olan Gazze ablukasını ihlâl ettiği gerekçesiyle yardım filosuna yönelik müdahale kapsamında Mavi Marmara’nın da içinde yer aldığı yardım filosuna yönelik orantısız kuvvet kullanımında bulunulması ve bunun neticesinde meydana gelen ölüm ve yaralanmalar ile gemilere el konulması, hukuken kabul edilebilir uygulamalar değildir.

  • İnsan ve İnsan Hakları

    İnsan ve insan hakları konusu ulaşılabilen ilk belgelerden günümüze kadar incelenen metinlerde ele alınan önemli bir konu olmuştur. İsrail Filistin topraklarında kadın, çocuk, genç, yaşlı dinlemeden ve dozunu her geçen gün artırdığı insan hakları ihlallerine yenisini eklemektedir. Uluslararası insan hakları mevzuatı, devlet mevzuatının olduğu gibi pozitif hukuk yaratmayı amaçlamaktadır. Ancak pratikte, evrensel olarak bu durum böyle değildir. Geçerliliği, adli yürütme mekanizmaları eksiktir. Bu eksikliğin nedeni, pek çok devletin uluslararası insan haklarını zorlayıcı bir unsurlar olarak görmek istemediğidir. Genel olarak baktığımızda, insan haklarına saygı duyanlar bile uluslararası denetime karşıdır. Örneğin, ABD, herhangi bir uluslararası insan hakları mahkemesinin veya yeni uluslararası ceza mahkemesinin yargı yetkisini tanımayı reddeder. İnsanlık için ele alınan en mükemmel bildirgelerin insan hakları konusunda çözüm üretemediği görülmektedir. 6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Trump’un ABD’nin bundan böyle Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağına ilişkin kararı sonrasında, Filistin’deki protestolarda tutuklanan ancak aynı tarihlerde dünyadaki bütün basın yayın organlarına yansıyan, 25’e yakın İsrail askerinin etrafını sarıp gözaltına aldığı 16 yaşındaki Fevzi El Cunudi’nin meşhur resmini gördüğünde, herkesin fark edemeyebileceği bazı insan hakları ihlalleri de mevcuttur. Örneğin, bu durumun 1989 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde birçok hakkın ihlali olduğu düşünülmelidir. Ayrıca, gözaltına alınan kişi çocuk değil, yetişkin olsa bile, gözaltına alınırken gözlerinin bağlanamayacağı açık bir hükümdür; üstelik bunun bir çocuğa yapılıyor olması, o ülkenin insan hakları bakımından ne halde olduğunu çok iyi ortaya koymaktadır. 2018 yılında düzenlenen “Büyük Dönüş Yürüyüşü” gösterileri sırasında özellikle 21 yaşındaki Filistinli hemşire Rezzan Neccar’ın 100 metre mesafeden vurularak öldürülmesi, tüm dünyada yankı uyandırmıştır. BM yetkilileri, Neccar’ın uzaktan fark edilebilecek şekilde sağlık çalışanı olduğunu gösterir kıyafet giymesine rağmen öldürüldüğünü açıklamıştır.

Tarihî Filistin topraklarındaki İsrail İşgalinin kökleri 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongresi'ne dayanmaktadır. Burada Filistin'de bir "Yahudi Devleti" kurulmasına yönelik oluşturulan hedef doğrultusunda 1948'de işgal devleti İsrail'in kurulduğu ilan edilmiştir. Bu ilanın ardından, İsrail ve Arap ülkeleri arasında ardı arkası gelme- yen bir dizi kriz yaşanmış ve İsrail'in Filistinli sivillere yönelik saldırıları ve baskısı, Filistin-İsrail sorununu Ortadoğu'nun bir numaralı krizi haline getirmiştir. Portalımız, 100 yılı aşkın süredir devam eden bu krizin yol açtığı hak ihlallerini ve insani krizleri inceleyerek işgalin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

1948 Büyük Felaket (Nakba)

"Nakba", Arapça kökenli bir kelime olup "büyük felaket" veya "büyük felaket günü" anlamına gelir. Bu terim, 1948 Arap-İsrail Savaşı'nın ardından, özellikle Filistinliler arasında, İsrail'in kuruluşu ve Filistin topraklarının paylaşılmasıyla ilgili yaşanan trajediyi ifade etmek için kullanılır. Nakba, 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail'in bağımsızlığını ilan etmesiyle bağlantılıdır. Filistinliler için Nakba, toplu sürgün, yerinden edilme ve kayıpların yaşandığı bir dönemi simgeler. Filistinlilere göre, bu dönemde birçok Filistinli mülteci durumuna düşmüş, topraklarından ayrılmış veya sürgüne gönderilmiştir. Filistin-İsrail sorunu, uzun bir tarih ve karmaşık bir siyasi geçmişe sahiptir. Bu konuda farklı görüşler ve değerlendirmeler bulunmaktadır. İnsan hakları ihlalleri konusunda ise çeşitli raporlar ve eleştiriler bulunmaktadır. Bazı insan hakları kuruluşları ve uluslararası topluluklar, İsrail'in Filistinlilere yönelik bir dizi hak ihlali ve toprak anlaşmazlığı nedeniyle eleştirilerde bulunmuştur. Bu eleştiriler arasında sivil yerleşim birimlerinin genişlemesi, Filistinlilere uygulanan seyahat kısıtlamaları, sivil ölümler ve yaralanmalar, ev yıkımları, ablukalar ve diğer insani sorunlar bulunmaktadır İsrail ise kendi güvenlik kaygıları ve ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini savunmaktadır. Filistin ile olan anlaşmazlığın tarihsel, kültürel ve siyasi karmaşıklığı, çözüm arayışını zorlaştırmaktadır. Bu konudaki bilgiler ve görüşler zaman içinde değişebilir, bu nedenle en güncel ve geniş perspektifi elde etmek için güvenilir kaynakları takip etmek önemlidir. Uluslararası toplum, bu tür sorunların barışçıl bir şekilde çözülmesi için çaba harcamaya devam etmektedir. “Âdemoğulları aynı vücudun uzuvlarıdırlar. Zira aynı cevherden yaratılmışlardır. Felek bir uzva elem getirirse, öbürlerinin huzuru kalmaz. Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan kişi! Sana insan demek yakışmaz...” Sadi Şirazi

Peki Nakba Ne Demektir??

"Nakba", Arapça kökenli bir kelime olup "büyük felaket" veya "büyük felaket günü" anlamına gelir. Bu terim, 1948 Arap-İsrail Savaşı'nın ardından, özellikle Filistinliler arasında, İsrail'in kuruluşu ve Filistin topraklarının paylaşılmasıyla ilgili yaşanan trajediyi ifade etmek için kullanılır. Nakba, 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail'in bağımsızlığını ilan etmesiyle bağlantılıdır. Filistinliler için Nakba, toplu sürgün, yerinden edilme ve kayıpların yaşandığı bir dönemi simgeler. Filistinlilere göre, bu dönemde birçok Filistinli mülteci durumuna düşmüş, topraklarından ayrılmış veya sürgüne gönderilmiştir.

6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Trump’un ABD’nin bundan böyle Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağına ilişkin kararı sonrasında, Filistin’deki protestolarda tutuklanan bir Filistinlinin, gözaltında iken hayatını kaybetmesinin olasılık dâhilinde olması, herkesin farkında olduğu veya olabileceği bir insan hakkı ihlalidir. Ancak aynı tarihlerde dünyadaki bütün basın yayın organlarına yansıyan, 25’e yakın İsrailli askerin etrafını sarıp gözaltına aldığı 16 yaşındaki Fevzi el Cunidi’ nin meşhur resmini gördüğünde, herkesin fark edemeyebileceği bazı insan hakları ihlalleri de mevcuttur. Örneğin, bu durumun 1989 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki bir çocuk hakkı ihlali olduğu düşünülmelidir. Ayrıca, gözaltına alınan kişi çocuk değil, yetişkin olsa bile, gözaltına alınırken gözlerinin bağlanamayacağı açık bir hükümdür; üstelik bunun bir çocuğa yapılıyor olması, o ülkenin insan hakları bakımından ne halde olduğunu çok iyi ortaya koymaktadır.

UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Mescid-i Aksa Cami ve Hristiyanların kutsal mekânları dâhil olmak üzere Eski Kudüs şehrini ve bu şehrin duvarlarını 1982 yılında Tehlike Altındaki Dünya Mirası listesine dâhil etmişti. En son yayımlanan UNESCO Dünya Mirası raporlarına göre erişime getirilen kısıtlamalar, İsrailli yerleşimcilerin ve radikal grupların zorla sızma girişimleri ve provokasyonları, Ürdün Kudüs Vakfı tarafından yürütülen koruma ve restorasyon çalışmalarının engellenmesi, binaların kapatılması, Mescid-i Aksa’nın yapısına ve iç döşemelerine hasar verilmesi ve civarında kazılar yapılıp tüneller açılması, bina yıkımları gibi faaliyetler ne yazık ki hala devam ediyor. İlgili UNESCO ve WHC kararlarının bu gibi ihlalleri, Mescid-i Aksa ve Hristiyan kiliseleriyle kutsal mekânlarını olumsuz bir şekilde etkiliyor.